EK DOSYA NO. 1
JARARAKI DESTANI ÇEVİRİSİ:
Jararaki Destanı, MÖ, ███ Kralı █████'ın düşmanlarına karşı verdiği mücadeleyi anlatan yazıttır.
Tabletin okunabilen tam metni aşağıdadır:
Jararaki Destanı, MÖ, ███ Kralı █████'ın düşmanlarına karşı verdiği mücadeleyi anlatan yazıttır.
Tabletin okunabilen tam metni aşağıdadır:
"███ Kralı ████ daha önce böyle bir şey ile karşılaşmadım. Ay tanrısı bizi cezalandırması için gönderilen bir kötü ruhlu bekçi olduğunu anladım ve hemen diğer tanrılara dua etmeye başladım. ███, tanrıların babası, senin olan yüce tapınağın ███████'da oturan yüce tanrı, selamlar olsun… Büyük tapınağın ███████'da oturan kader tanrıları ve tanrıçalarına selam olsun hepinize selam olsun. Emirlerin insanlara duyrulduğu zaman, tanrıların en güçlüsü size karşı saygısızlık yapan ve bana karşı ayaklanan diğer ülkeler için ve gelen kötü ruhlu elçiyi yok etmek için ordularımı hazırladım size laf eden ağızlara gem vuracağıma, düşmanlarımın ayaklarını topal edeceğime dair kutsal söz verdim. Hendek gibi aşılması zor ve güç olan yerleri aştım. Yüksek dağlar sırası olan geçitlere girdim. Sık ormanlardan geçtim. Kocaman nehirlerin ötesine gittim. Kötü ruhlu elçiyi ve 17 kralla savaşa girdim. Ordum ile saldırıya geçtim. Benim cesur savaşçılarım kalplerine sığınacak yer arar gibi sürüden ayrılan koyunlar misali birer birer kan ve kemiğe dönüşüyordu ne varsa ezilip parçalanıyordu. Günler geçen savaştan sonra Ay tanrısı benim irademi ve sadakatimi fark etti ve tekrar benim yanımda oldu. Gelen kötü ruhlu elçiyi hükmettiğim topraklardan çok uzak diyarlara sürdüm uzun süren şiddetli kuraklık ve kaos onun gidişi ile son bulmuştu. Bütün tanrıların başının sözüne kulak verdim. Bana söyledikleri doğru çıktı. Tek doğurduğum oğlum '████ Sin', ████, ███ ve ██████'ya ait unutulmuş olan törenleri yaptı ███ mabedini yeniledi. Ben yendim. Ordum ile birlikte neşeli ve kudretli ziyafet sofrasına oturdum. Ben ████ 7 bölgenin kralı ████'un yöneticisi ███ neslinin öğrenme kenti ████ ████'un koruyucusu tanrıların özenle gözeten, büyük tanrıların sözlerini saygıyla bekleyen onların yasalarına baş kaldırmayan doğru ve yüce kral. Sözleri değerli, nefreti sahte, ağzından kötülük ve zarar getiren kelimeler çıkmayan, akıllı ve anlayışlı yaratılan yeryüzünün en akıllı prensi tanrılara ve tanrıçalara tapmanın doğruluğunu kabul eder. Bütün tanrıların kralı, ülkelerin ilahı, kehanetin yaratıcısı, büyük tanrıların tümünün kralı, yeryüzünün tüm bölgelerinin aydınlatıcısı ████'un her zaman kudretli olan ilahı dünyanın tüm prensleri O'nun hiddetinden korkarak alçak gönüllü oldular, şerefli yiğit senin ağından hiçbir günahkar kaçamaz, lanetinden korkmayanın kökü parçalanır, adından korkmayanı kendi gücüne güveneni tanrısallığının yüceliğini küçümseyeni kendiyle övüneni yargılar ve onları savaşta cezalandırır. Silahlarını paramparça eder, kuvvetlerini ve malzemelerini rüzgar gibi dağıtırım. Ben ████ adaletin koruyucusu, bana ve tanrılara günah işleyen kullarımı cezalandırmak için gönderilen kötü ruhu hükmettiğim topraklardan sürdüm. Benden sonra gelenler bu yazdıklarımı iyi işitin ve tanrılara sadakatinizi sunmaktan asla kaçınmayın. Kötü ruhu yenince kalbimin dileğine kavuştum kibirli düşmana karşı zaferle ayakta durdum. Tüm dağlarında ve her insanın üzerinde dehşet saçtım. Neşeli ve sevinçle arp ve zilli tef çalan çalgıcılar eşliğinde kampa girdim. Savaş ilahları olan tanrılara ve gökte oturan tanrılara bir kez daha onların huzuruna ayaklarına kapanarak ve dua ederek geldim, tanrısallıklarına methiyeler dizdim. "
EK DOSYA NO. 2
Juan Sebastián del Cano, adlı İspanyol kaşif, Ferdinand Macellan ile 1519 yılında Concepcion Gemimisinden sorumlu kumandan olarak Dünya Seferine katıldı. Juan Sebastián del Cano’nun Dünya Seferinde tuttuğu keşif günlüğü ████/████/████████ tarihinde biyolojik varisi ████████ ███████████ öldükten birkaç gün sonra RSC Saha Ajanları tarafından alınmış, kuruma getirilerek restorasyon ve çevirisi yapılmıştır. Dünya Seferini yapan denizci ve kaşif Juan Sebastián del Cano ve Ferdinand Macellan yolculuklarında ███████████ doğru ilerledikleri esnada ikmal takviyesi ve karaya çıkma amacıyla ████████ Adasına ayak basmış, adada birtakım olaylar yaşamışlardır. Juan Sebastián del Cano’nun Keşif defterinde. “Şeytan’ın Köpeği” olarak bahsettiği yaratık RSC-028 ile yüksek seviyede ki anatomik yapısı ve kinesiyolojisi sebebiyle RSC-028 Anomalisinin Ek Dosyalarına alınmasında karar kılınmıştır. Aşağıda göreceğiniz Alıntılar Juan Sebastián del Cano’nun Keşif Defterinden alınmıştır bazı bilgiler sansürlenmeye tabi tutulmuştur.
Kâşif Juan Sebastián del Cano’nun Keşif Defterinden bazı kesimler:
19 Mart. Yeni Dünyaya yolculuğum da ileri giderken ███████████ doğru ilerlediğimiz esnada ufukta beliren bir adaya ikmal takviyesi ve 5 aydan sonra ilk kez karaya çıkmak için kumandanlık mevkiinde bulunduğum Concepcion Gemisini adanın semalarına demir attık. Ben ve Ferdinand Macellan önderliğindeki mürettebat ile ben karaya çıktık. Adaya çıktığımızda yüzümüze vuran güneşi şapkalarımız ile perdelerken rehavet ve yorgunluğumuzu üstümüzden atmak için bir ağaç gölgesi arıyorduk. Bakınmaya devam ederken Dümen Görevlisi ██████ ███████, dağın arka kısmında bir köy olduğunu söyledi. Mürettebat ile dağın arka yüzüne koşturken bir yandan güneşin sıcaklık ile kavruluyorduk. Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından dağın arka yüzüne ulaştık ve düzlük bir meydana kurulmuş bir vahşi köyü ile karşılaştık. Vahşiler ile temasa geçmeden onları gözlemledik. Boyunlarında altın ve parlak taşlardan kolyelerden vardı. Kadınlar genellikle evden çıkmıyor, bebek bakımı ile ilgileniyordu. Erkekler ise şimdiye kadar gördüğüm en yapılı insanlardı. Hepsi kalesini sonuna koruyacak birer şövalye gibi kuşanmıştı. sırtlarında zehirli mızraklar. Ellerinde hayvan kemiklerinden yapılmış pençeli eldivenler ve daha nice savunma mühimmatı kuşalıydı. Evleri saman ve odundan yapılmış, derme çatma şekilde inşa edilmişti. Sıradan binalar arasında bir şey apaçık gözüme çarpmıştı meydan üzerine kurulmuş taş ve tunçtan bir figür. Köydeki her şey bu kadar özensiz ve ilkelken bu heykelin güneş gibi parlak ve pak durması dikkatimi hayaliyle çekmişti. Gece olduğunda mürettebatın ile köyün 100-150 metre uzağına bir çadır kurduk ve içine girdik. Yarın vahşiler ile temasa gireceğim ve o figürün ne olduğunu öğrenmeye çalışacağım.
26 Mart. Çadırdan doğrularak çıktım ve etrafıma hızlı bir bakış attım. Şafak daha sökmemiş, gökyüzü soluk maviliği ile nedensiz şekilde irkilmeme sebebiyet vermişti. Uykumda fazlasıyla tuhaf ve ürkünç kâbuslar gördüm. Açıkçası okyanuslarda uyurken de deniz tutması sebebiyle garip rüyalar görürdüm lakin bunun gibi bir durum ile ilk kez karşılaştım. Mahmurluğumu aldıktan sonra ada etrafında hızlı bir keşfe çıktım. Ada etrafını gezmeye devam ederken bir dağda üzerinde bir mağara ile karşılaştım. Mağaranın ağzı kan kırmızısı tonunda figür ve semboller ile bezenmişti . Tek gözler, el işaretleri, Mağaraya biraz daha yaklaşmaya çalışırken hayatımdaki en tiz seslerden birini duydum. Bu ses öyle güçlüydü ki kulaklarımı var gücümle kapatmama rağmen kafam âdeta patlayacak gibi oldu sonrasında her şey bulanık. Hatırladığım son şey mağaradan parlayan kızıl bir çift göz. Güneşin yüzüme vuran huzmeleri ile uyandım cep saatimi kontrol ettiğimde yaklaşık 1.5 saat geçtiğini gördüm ve doğruldum. Olanları hatırlamaya çalışarak kampa geri döndüm. Köy gözüme göründü, askerlerim Vahşiler ile çoktan temasa geçmişlerdi. Ben de aralarına katılarak onları seyir etmeye başladım. Vahşi halk,daha önce bahsettiğim heykelini yaptıkları O figüre şükrediyordu. Kimileri bize su, kimileri yiyecek getiriyorlardı. Bize pamuk kozaları, çömlekler ve daha nicesini getirip bunları cam boncuklar ve çıngıraklarla değiş tokuş ettiler. Sahip oldukları her şeyi değişmeye hazırlardı. Bunlardan iyi köleler olabileceğini düşünüyorum. Elli kadar kişi vasıtasıyla bu vahşilerin hepsine boyun eğdirebilir, onlara medeniyet getirip istediklerimizi yaptırabiliriz. Bu yüzden gemilerle askerlerimizi buraya taşıyıp bu topraklarda atlarımızı koşturmak, Şanımızı daha da yüksek mevkilere taşır. Adamlarım ile keşif ve gözlem için dağların doruklarına çıktık. Zirvede bizi ilk kez gördüğümüz bir manzara ağırladı. Dağın tepesinde ilk kez gördüğüm devasa mor, yeşil ve kırmızı taş bloklar vardı. Öte yandan som altın balyaları diğer tarafta bekliyorlardı. Mor ve yeşil taşı ilk defa görmüş olsam da kırmızı renkli taşın baş parmağı büyüklüğündeki bir çeşidini daha önce yüce kralımız I.Carlos’un tacına nakşedildiğini görmüştüm. Adamlarımdan birkaçı kazmalar testereler Taş ve altınları küçük parçalara bölerek sandıklara yerleştirdiler. Ve ardından daha fazlası için dönmek niyeti ile kampımıza geri döndük. Kampa döndüğümüzde güneş batıyordu çadıra girmeden önce son kez etrafıma baktım ve bunları not aldım. Her şey muazzam gözüküyordu. Ancak içimde tarif edemediğim bir endişe vardı.
5 Nisan. Güne rüzgârın, pırıl pırıl akan suyun, kuşların, görünümdeki huzuru ile uyandık. Bu adanın havası bile insana rahatlık veriyor. Bu diyardan ne gibi yararlar sağlanabileceğini. tahayyül bile edemiyorum. Şurası kesin ki, bütün bu gördüğümüz topraklarda inanılmaz zenginlikler yatıyor. Dün gece yaptığımız 10 kişilik mürettebat ile bile bu kadar büyük bir zenginlik sağladıysak buraya işinin ehli kişiler geldiğinde neler çıkarılabileceğini mukayese bile edemiyorum. Gözlemlediğim kadarıyla toprak çok verimli. ilk kez gördüğüm tropik meyveler mevcut, tümünü materyallemem olanaksız. Yeryüzü yapısı hem düzlük hem de yüksekliklerden oluşuyor. Güzelliğine, zenginliğine gelince şimdiye kadar gördüğüm hiçbir bölge burası ile mukayese edilemez. Görülmedikçe de anlaşılamaz… Şimdiye kadar verimlilik ve zenginlikte bu adaların üstüne bir yer görmedim; dağlarıyla, tepeleriyle, akarsuları ve vadileri ile eşsiz bir yer. Yeryüzünün güneş altındaki hiçbir yerinde buralardan daha güzeli, daha görkemlisi bulunamaz. İlk üç yıl için buraya, adanın ve altın ırmaklarının güvenliğini sağlayacak bin adam yerleştirmek çok uygundur. Yaklaşık elli kadar atlı adamımız olsa bu işten kârlı çıkabiliriz. Vahşiler gelirsek, gözlemlediğim kadarıyla bunlar rahatsız edilmedikçe pek yumuşak başlı, pek ürkek insanlar, ancak şaşırtıcı şekilde düzenli orduların temeli sayılabilecek grup örgütlenmesi var, tek başına asla dolaşmıyorlar ancak bizim disiplinli askerlerimiz karşısında pek bir şansları olacağını sanmam. Derileri çok sert ve kesilmesi güç. Bunlar zarar teşkil eden bir şey ile karşılaşmadığı sürece kötülük nedir bilmeyen insanlar. Buyruk alınmaya, çalıştırılmaya, ekip biçmeye, yararlı olabilecek her şeyi yapmaya yatkın insanlar. Onları, ehlileştirilebilir, bizler gibi giyinip, davranmasını öğretebiliriz. Heykelden bir figüre taptıklarını söylemiştim. Köydeki figürün altında bulunan taş sütundaki sembol ve çizimlerden yılın belli dönemlerinde toplu festivaller yaptıkları çıkarımını yapmak pek zor olmadı. Festivaller aralarındaki en günahkar kişileri yakalayıp bir kafeste birine sunmalarını ve bir iki hafta sürecek şekilde arka arkaya adak sunup dua etmeleri şeklinde devam ediyordu. Tüm bu gözlemleri yaptığım sırada bir Vahşi amansızca bir askerime saldırdı ve onu öldürdü. Adamlarıma ateş emri verdim. Bir kişiye ateş etmemizin ardından tüm vahşiler ayaklandı. Toplarımız ve tüfeklerimiz onlara zor etki ediyordu. Ne kadar ateş edersek edelim yalnızca birkaç tanesine bile zarar veremiyorduk. Kalan askerlerimle dağlara çekilme zorunda kaldık ve vahşilerden kaçtık. Şu an onları bir dağ tepesinden seyir ediyoruz mümkünatı olsa bu gece Concepcion Gemisi ile buradan ayrılacaktık ancak Baş Dümenci hava koşullarının buna izin vermeyeceğini söyledi. Bunu onaylayarak dağ tepesinde geçici bir kamp kurdurdum. 250 kişilik mürettebat ile geldiğim bu yerden 189 kayıpla çıkmak dehşet vericiydi. Hepsi tek bir kişiymiş gibi üzerimize çullandılar. Hiçbir şey yapamadık. Hepsi koordineli bir şekilde taktiksel saldırdılar. Etrafımızı çember şeklinde sardılar. Ellerinden zor kurtulduk. Yemek âdabını bile bilmeyen bu vahşiler nasıl savaş taktiklerini ezberlemişti. Bu sırada ben de dürbün ile vahşi yerleşkesini gözetliyordum. Aniden ortada devasa bir ateş yandı. Ateş etrafında danslar yapılmaya başlandı. Ve önünde bayıldığım mağaradan bir şey çıktı. Bu da ne idi bu nasıl bir şeytan idi. Kılıçtan pençeleri, kaplan gibi dişleri vardı. O âdeta Şeytan’ın Köpeği idi. Yavaşça yerleşkeye ilerledi. Gözümü meydanda ki heykele çevirdiğimde şoke olmuştum. Mağaradan çıkan şey ile bu heykel tıpatıp aynı idi. Bu sırada vahşiler Kızıl Şeytan’ı ateşin içine doğru yönlendirdiler. Şeytan’ın Köpeği adını verdiğim o yaratık ateşe girdi, ancak ona hiçbir şey olmamış idi. Vahşiler etrafında saatlerce dönmeye ve ezgiler söylenmeye devam ettiler. Ardından askerlerimin o asil bedenlerini o yaratığa sundular. Hayretler içerisinde olanları izlerken yaratık ateşten çıktı. Vücudunda ne bir yanık izi ne de herhangi bir yaralanma vardı. Bu canavar cehennemin kızgın kor ateşlerinde Şeytan tarafından terbiye edilmiş olmalıydı. Onlarca askerimin bedenini dakikalar içerisinde yenilmiş geriye kemikleri bile kalmamıştı. Ortalık mezbahaya dönmüştü. Hafızama kazınan bu dehşet verici görüntüler ile ile yatağıma ilerledim ve uzandım. Ardından cebimden defterimi çıkarıp yaşadıklarımı kaleme aldım. Buradan gidip eşim ve çocuklarımı kucaklayacağım günü iple çekiyorum. Yarın buradan defolup gitmek umuduyla: Juan Sebastián del Cano.
6 Nisan. Uyurken sarsılarak uyandım ve yere düştüm. Dürbünbaşı ███ █████ beni uyandırdı. Vahşiler bizi bulmuştu. Hava karanlık, güneş daha doğmamıştı. Çadırlarımız vahşilerin meşalelerinden ötürü yanıyordu. Hemen silah ve kılıcı kuşandım. Doğrulduğum esnada bize gelen vahşileri fark ettim. Dümen Görevlisi ██████ ███████ ve Ferdinand Macellan ile birlikte Concepcion Gemisinin demirini çekmek için tepeden dağın eteklerine oradan da deniz kıyısına ilerledik. Bu esnada vahşiler pek çok askerimi yaraladı ve öldürdü. Vahşiler her an durmaksızın bize alev bezeli mızraklarını fırlatıyor, her arkama bakışımda daha az askerim ile karşılaşıyordum. Arkamda kalan en asil 8 askerim ile Concepcion’a gittik. Can havli ile Concepcion Gemisine buradan aldığımız nadide bitki, meyve ve dağdan topladığımız farklı renkteki mücevherlerinin bulunduğu kasaları yükledik. Kalkacağımız sırada vahşiler ve arkalarında Şeytan’ın Köpeği gittikçe yaklaşıyordu. Askerlerim tüm kuvvetleriyle birkaç yerliyi öldürmeyi başardı. Ancak o yaratık ellerinden kamışlar çıkararak askerlerime yapıştı. Ve ağzına götürdü. Ağız bir anda bir insanı yutabilecek büyüklüğe genişledi. Sahilde 3 askerim kalmıştı. Nakliye devam ederken O yaratık ile mücadele eden askerlerimi de kaybetmiştim. Önümde duran barut fıçılarını Şeytan’ın Köpeği’nin üstüne atıp silahım ile 2 el ateşledim. Gece bir anda gündüz oldu. Şeytan’ın Köpeği Alevler içerisinden çıktığında ne yapacağımı şaşırmıştım. Concepcion Gemisi üzerinde bulunan mürettebata bomba ve topları ateşleme talimatı verdim. Anbean onun üzerine tekerrürlü bir şekilde hücum ediyorduk. Ancak ona hiçbir şey olmuyor, sersemlemiyordu bile. Son çare olarak Octavius Topunu ateş etmesi için birini arıyordum. Nâzır ██████ ███████ bana seslendi ve Octavius Topu’nun başına geçti. Octavius Topu, bize Yüce Efendimiz Kral V. Karl tarafından verilmiş bir acil durum mühimmatıydı. Octavius Topu, bir kez ateşlenebilen içinde onlarca kilo patlayıcı, barut ve şarapnel parçaları bulunan 250 kiloluk bir gülleyi saatte 30 kilometrelik bir hızla fırlatmak için üretilmiş bir toptu. Nâzır ██████ ███████ topu ateşlemek için mühimmat havzasını perdeleyen metal sürgüyü kaldırmaya çalışırken 6 asker de 250 kiloluk gülleyi bulunduğu sandıktan Octavius Topu’na götürmeye uğraş ediyordu. Ben ise, kılıcım ve el mühimmatım ile birlikte Şeytan’ın Köpeği’ne az da olsa zarar vermeye çalışırken dostum Ferdinand Macellan mavzeri ile Şeytan’ın Köpeği’ne ateş ediyordu. Askerler tüm gücünü kullanarak gülleyi sandıktan çıkarıp Octavius Topu’na yerleştirdi ve gemi güvertesine yığıldılar Nâzır ██████ ███████ bana güllenin topun içerisinde olduğunu bağırarak belirtti. Şeytan’ın Köpeği’nden Macellan ile uzaklaşıp ateş onayını verdim. Onay vermem ile birlikte gözlerim patlamadaki parlaklıktan tamamen kör olmuş, kulaklarımda aşırı yüksek bir çınalama nüksediyordu. Patlamada ki şok dalgasının etkisi ile yere yığıldım. Dostum Ferdinand Macellan beni sarsarak kendime getirdi. Gözlerimi açtığımda Şeytan’ın Köpeği’in karnı yarılmış, vücudu yanık izleri ve yeşil renkteki kan ile kaplı idi. Tüm sandıkların hızlıca yüklenmesinin ardından. Concepcion Gemisine ilerliyorduk. Ardından arkamızda duyduğumuz bir hırıltı ile Ferdinand Macellan ile düşmemiz bir oldu. Yerde yuvarlanıp arkama baktığımda Şeytan’ın Köpeği’ni ayaklanmış şekilde buldum. Gözleri kan çanağı gibi öfke ve kin ile parlıyordu. Şeytan’ın Köpeği’ üzerime atlayacağı esnada aziz dostum Macellan benim için kendini feda etti yaratığın onu kendine doğru çekmesinden önce bana pusulasını vererek şu sözleri sarf etti: “Başaracaksın sadık dostum, Dünyayı turla, geleceği aydınlat ve yeni bir devri kapılarını arala.” ona son kez bakıp yüreğimden bir söz verdim. Sonrasında Concepcion Gemisine binerek adadan uzaklaştım. Concepcion ile uzaklara yelken açarken defterime son notlarımı kaydettim. Aziz Macellan ve kutsal askerlerim ruhunuz şâd olsun, tanrı sizi cennette ağırlayarak hoşnut etsin. Tüm fedakârlıklarınız için minnettarız. Göğe ve yere yemin olsun ki sözümü tutarak Dünya Seferini tamamlayacağım ve yukarıda sizleri onurlandıracağım. Sizleri ebediyen onurlandıracağım…
EK DOSYA NO. 3
QUX-CHO-RAXA YAZITI ÇEVİRİSİ:
Başlangıçta gökyüzü ve yer sessizliğin içerisinde uykuda dururken; Yaratıcı, Tepeu, Gucumatz ve Tüylü Yılan aydınlık sular içerisinde saklanıyordu. Onlar yaradılış nehrinin bilgeleriydi. Dingin deniz ve gökyüzü bir savaş hâlindeydi. Ardından Yaratıcı ve Gucumatz gecenin zifiri karanlığı üzerinde akan Yaşam Pınarı’nda bir araya geldiler ve ağızlarından ruhun özünün sözleri döküldü. Konuştular ve birbirlerine danıştılar, söz ve düşüncelerini paylaştılar. Binlerce yıl ve devir geçti karanlik hâlâ kainata hakimdi. Nihayetinde anlaştılar. Aydınlığın gelmesinde karar kıldılar. Sırayla yaşamın doğması; hayvan, insan ve doğanın yaratılmasını planlandılar ve yaratılanların en şereflisi İnsanın ortaya çıkmasını beklediler. Tüm gün bunları planlarken gün sonunda ağardı. Bunların hepsini Göğün Kalbi Hurakan düzenledi. Sonra, Yaratıcı ve Gucumatz bir araya geldi. Yaşamın nasıl oluşturulacağı, nasıl ekim yapılacağı, ışığın nasıl yaratılacağı, nasıl besinin sağlanacağını düşündüler. “Öyleyse Olsun!” dediler. “ Boşluk dolsun. Sular çekilsin, yer açılsın ki yeryüzü ortaya çıksın, güçlensin. Bitkiler yetişsin. Işık olsun; gökyüzü ve yeryüzü aydınlansın. İnsanoğlu yaratılıp izan sahibi insan oluşana kadar yarattığımız ve oluşturduklarımızda ne bir ihtişam ne bir onur olsun.” dediler hep bir ağızdan. Muazzam bir güç tarafından dağlar ve vadiler yaratıldı; onların üzerinde ise selvi ağaçları ile ormanlar yükseldi. Gucumatz neşelendi ve şöyle dedi: “Göğün Kalbi Hurakan, Chipi-Cakulha, Raxa- Cakulha iyi ki geldiniz.” “Bizim oluşturup yarattıklarımız bu kadar” diye cevap verdiler. Önce yeryüzü, dağlar ve ovalar yaratıldı; su kaynakları bölüştürüldü, dereler dağların arasında bir yılan gibi kıvrılarak oyuldu. Yüksek dağlar ortaya çıktığında sular da bu şekilde ayrıldı. İşte, Yerin ve Göğün Kalbi tarafindan yeryüzü yaratıldı. Gökyüzü yukarıda dururken, yeryüzü suların arasında durgunken onları canlandıran Yer ve Göğün Kalbi bir oldu. Tüm bunları düşündükten sonra yaşamı tamamladılar. Ardından, dağlarda gezinen hayvanları yarattılar. Dağlar ve sakinlerini ve tüm hayvanları yarattılar. Sonra Yaratıcı şöyle dedi: “Yaratılanların en şereflisinin zamanı geldi. Ve ruhundan bir nefesi İnsanoğluna verdi. Ve ekledi: İnsanloğulları ruhumdaki kudret size güç ve akıl versin. Yüksek kudretinle sizleri yüceltiyor ve sizi en şerefli yapıyorum. Yeryüzünde gezinin, yaşayın, sürün ve biçin, doğun ve ölün, genç ve yaşlı olun ve Yeryüzüne yayılarak soyunuzu devam ettirin. Ancak asla bana itaatsizlik etmeyin, ve kibirlenmeyin.” Ancak insan cahil ve bozguncuydu. Yaradanlarına nankörlük ettiler, onu unuttular ve küfre yöneldiler. Gucumatz Yaratıcıya seslendi: Madem ki İnsanoğlu özünü unuttu, onları yer ve gökte helâk et . Yaratıcı cezayı yeğledi lakin insanoğlu cahildi ve onları zapt etmek gerekliydi. Onları helâk etmek yerine başlarına kadimlerden bir Ormanın Bekçisi NİCAHTAGAH gönderildi. O doğanın ta kendisiydi İnsanoğlundan daha yapılı ve güçlüydü. Yalnızca Yaradanına biat eder asla bozgunculuk yapmazdı. Bir gün en büyük günahkâr Xbalanque yaradanına kibir ediyordu. Sonra Ormanın Bekçisi NicaTagah geldi ve Yaradanına kibir ve nefretinden onu yargıladı, Xbalanque: “Yaradan aşkına yapma, ben masum bir kulum!” diye serzenişte bulundu. NicaTagah: “Ey, İnsanoğlu! Yaratıcına tapmaz, aklına getirmezken zora düştüğünde mi Yaradanı lafzını ağzına alıyorsun, yazıklar olsun sen ve senin gibiler ki onlar Yaradanlarını düşünmekten uzaktır.” Nesiller boyu Nicahtagah geceleri karanlık insan soyunu yargılayıp cezalandırmaya devam etti ve böyle süre geldi. İnsan artık akıllıydı. Bir gün Kabile Reisi Uxchuta bir uykunu içine düştü, Rüyalar leminde Yaradanı gördü onun için bir ev inşa etmeliydi bu Yaradanın şânını yüceltir ona neşe kazandırırdı Sonra Uxchuta uyandı ve Yaradanın evi yaptı ve sürekli ona yaptı ve dua etti. NicaTagah renkli tüylere ve pençelere sahipti. Bir gün insanlar akıllandı ve Yaradanlarının huzurunda tövbelendiler. Yaradan onları affetmişti böylece NicaTagah yeryüzünde. göç etti ve insanlık Yaratıcısını hatırladı. Yaratıcı onları izledi ve kutsadı onları yanına çağırdı ve insanı sonsuz zevk ve sefa ile ödüllendirdi.